Menu

Doç.Dr. Zeynep GÜREL ile Söyleşi

Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Fizik Öğretmenliği Bölümü’nde uzun yıllardır çalışmakta olan Sayın Doç. Dr. Zeynep GÜREL hocamız ile fizik eğitimi ve alternatif fizik dersleri üzerine bir söyleşi yaptık. Kendisinin hem lisans programında iken, hem de lisansüstü programında öğrencisi olmama rağmen; bu söyleşide karşısında farklı bir kimlikle (TAMSAT Derneği’nin çok yeni bir üyesi olarak) bulundum ve sohbetimiz ikimiz için de heyecan verici oldu. Konuşmamızdaki soru ve cevapları, sanki yanımızda bizi dinlemişsiniz gibi hissetmeniz amacı ile müdahele etmeden, olduğu gibi yayınlıyoruz.

Sayın Hocam öncelikte davetimizi kabul etme nezaketiniz için teşekkür ederiz. Okuyucularımızın sizi tanıyabilmesi için, bize kendinizden kısaca bahseder misiniz?

Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Fizik Öğretmenliği Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışıyorum. Doktoramı fizik alanında yaptım, doktora çalışmamda laboratuvarda çalıştım, deneysel araştırma yaptım. Daha sonra alan değiştirdim. Doçentliğimde eğitim araştırmalarına yöneldim. Bu durum bana iki alanda da araştırma yapma, araştırma yöntemlerini tanıma imkanı verdi. Bu çeşitliliği bundan sonraki yaşantımda da devam ettirmeye çalışıyorum.

Sizi tanıyanlar sizden bahsederken sürekli pozitif enerji yaydığınızı ve gülümsediğinizi söylüyor. Bu enerjinizi neye borçlusunuz?

(Gülüyor…) Bunu söyleyenlere sormak lazım, evet öyle diyorlarsa öyleyim demek ki…

Akademik hayatınız dışında hangi konulara ilgi duyuyorsunuz?

Doğa’ya çok ilgi duyarım. Günlük hayatın stresini ve yorgunluğunu doğada yürüyüşler yaparak atmak isterim. Şehirden uzaklaşmak, uzun yürüyüşler yapmaktan çok hoşlanırım. Beceri olarak sorarsanız, belki beceri sayılmaz ama okumaya çok meraklıyım, okumayı çok severim. Bilim kurgu kitaplarını okumayı da çok severim. (Isaac Asimov’un tüm kitapları, Carl Sagan (Contact), Tess Gerritsen (Yörünge), Arthur C. Clarke, H.G. Wells, Jules Verne…. sevdiğim yazarlar arasındadır).

Neden Fizik Bölümü’nü seçtiniz? Ailenizde bu bölüme ilgi duyanlar ya da sizi yönlendirenler oldu mu?

Çocukluğumla ilgili çok net hatıralarım arasında evimizdeki “Resimli Bilgiler Ansiklopedisi” yer alır. Okula gitmeden önce de bu ansiklopedilere tekrar tekrar bakmışımdır, bakar bakar hayaller kurardım. Bu ansiklopedide genel kültür, tabiatla ilgili çok güzel bilgiler ve resimler vardı. Orada en çok hatırladığım resimlerden biri Jupiter’in resmidir. Jupiter’inin resmine defalarca bakmışımdır.

Kırmızı lekesi de çok ilgimi çekmiş idi. Ailemizde Ablam da fiziği seçtiğine göre yine aynı resimli bilgiler ansiklopedisinin de bir katkısı olmuş olabilir diye düşünüyorum. Ben benzer bir örneği başarıları ile kendisini gösteren genç öğrencilerimde de gördüm. Ailelerden bahsedildiğinde; bir öğrencim evlerinde birçok ansiklopedi olduğunu onlara bakarak büyüdüğünü, onlardan etkilendiğini anlatmıştı.

Bir kitap örneği verebilirim, başarılı bir Nörolog olan Oliver SACKS, “Tungsten Dayı” isimli bir kitap yazmıştır. Yazar, bu kitabında aile ortamından nasıl etkilendiğini anlatır. Tabii ki sadece bu sebeple değil, fiziği seçmemin birçok nedeni var.

Ben 1976 yılında üniversiteye girdim, o yıllarda fen bilimleri daha çok tercih edilen, iş bulmada imkanları olan, popüler bölümlerdendi. Sosyal bilimlere göre daha çok tercih ediliyordu. Bunların da etkisi olabilir, çocukluğumdaki merak ettiğim konuların da etkisi olmuş olabilir.

Fizik dersi öğrenciler tarafından anlaşılması zor bir ders olarak algılanır. Sizce neden fizik genç arkadaşlarımız için niçin bu kadar zor ya da korkutucu veya sevilmeyen bir ders olabiliyor?

Açıkçası gençlerin yerinde ben olsam, ben de sevmezdim diye düşünüyorum; öğretmen adaylarımızın staj eğitimlerinde bizler de bazen okullara gidiyoruz. Mayıs ayının sıcak bir gününü düşünün, sınıf kalabalık, bahçeden koşmuş gelmiş öğrenciler ve tahtada hayatla hiç ilgisi olmayan bir şeyler var. Bunun gerçek fizik olmadığını düşünüyorum. Gençlerin fizikle karşılaşmadıklarını düşünüyorum. Fiziği sevmeyen ancak gerçekten de yetenekli birçok öğrencinin olduğunu ve bunları kaybettiğimizi düşünüyorum.

Çok büyük kaybımız var bizim, fiziğin gerçek hayatla bağlantısı kurulmadığı için. “Doğada Fizik” derslerinin de bir amacı budur; Gerçek hayat ile fizik konuları arasında bağlantının yaşayarak kurulması. Gerçek hayat ile kompleks konular içeren fiziği nasıl ders ortamına getireceğiz, öğretmenler için de bunu gerçekleştirmek zor oluyor. Ne yapıyoruz; ansiklopedik bilgiyi sınıfa getiriyoruz.

Ansiklopedik bilginin çok azını öğrenci anlayabilir. Örneğin Nanoteknolojiyi sınıfta anlatmak demek, günlük hayat ile fizik arasında bağlantı kurmak değildir. Günlük hayat diye sınıf ortamına getirilen birçok şey yine ezber, yine öğrenciye dayatma oluyor.

Bugün öğrencileri üniversiteye getirsek ve üniversitelerdeki fizik budur, gerçek hayat budur desek öğrenci bunu ne kadar anlayacak? Örneğin Cern’e geziler yapılıyor, Cern’e yapılan gezileri orada eğitim alan kişiler bile zor anlıyorken, öğrenciler nasıl anlayacak? Bu sorunlar da eğitim araştırmaları ile çözümlenebilir.

Zaman zaman yurtdışına da çıktınız. Ülkemizde ve yurtdışındaki fizik eğitimini karşılaştırmanız mümkün mü? Benzerlikler ve farklılıklardan bahseder misiniz?

Benzerlik de farklılık da çoktur. Öncelikle benzerliklerden bakacak olursak; bütün dünyada şu anda ekonomik bir krizden bahsediliyor, toplumlarda bir motivasyonsuzluk ve fen derslerinden bir soğuma var. Müfredatlar “fen derslerini nasıl sevdiririz?” konusu üzerine çalışıyor. 19 ve 20. yy başlarındaki fiziğe karşı olan büyük ilgi günümüzde yok.

ABD’deki araştırmalardan da görüyoruz ki; öğrenciler birçok konuyu hala bilmiyorlar, öğrenmede zorlanıyorlar, öğrenemiyorlar. Örneğin “misconception” olarak literatürde geçen bir konu –kavram yanılgıları- senelerdir devam ediyor.

On sene önceki bir makaleye baktığımızda; öğrenciler şu temel kavramları konuları anlaşılmıyor diyorlarsa, bugün de aynı konuların yine öğrenciler tarafından anlaşılmadığını görüyoruz. Bunlar henüz çözülmüş değil.

Farklılıklara gelince, yurt dışında benim gözlemlediğim; yeni düşüncelerin daha kolay dile getirilebilmesi, araştırmacıların önünün daha açık olması, yeni fikirlerin denenmesi konusunda bizden çok daha şanslı olmaları.

Biz daha çok orada yapılan ve kabul edilmiş bilgileri savunursak, akademisyen olarak hayatta kalabiliyoruz ama onlar yeni çalışmalara öncülük yapabiliyorlar. Daha çok imkanlara sahipler.

Liselerde alan seçimi (sayısal/fen) veya üniversitelerde tercih yapılırken fizik bölümünü tercih etmeyi düşünecek arkadaşlarımıza tavsiyeleriniz nelerdir? Üniversitelerde fizik bölümünü tercih edecek öğretmen adayları için mesajınız var mı?

Doğrusunu söylemek gerekirse Türkiye’de yaşayan ve çalışan bir öğretim üyesi olarak; gençlerimize hiçbir tavsiyede bulunamıyorum. Her şey sürekli değişiyor; bu sene aldığınız “doğru” bir karar, şartlar tamamen değişince “yanlış” bir karar haline dönüşüyor.

Ancak şunu söylemek istiyorum; gençlerimiz nerede olurlarsa olsunlar, yere sağlam basmayı öğrensinler; gençlerin rüzgarlarda yaprak gibi savrulmamalarını tavsiye etmek isterim. Bugün fizik eğitimine girmeniz avantajlıdır diyebilirim ama bizim dışımızdaki bazı sebeplerle bu yakın bir gelecekte değişebilir….

Fizik eğitimini tamamlamış bir kişinin gelecek (meslek) ile ilgili kaygıları veya iş bulma imkanları nasıldır? Daha iyiye doğru bir gidiş var mı?

Önce adım adım cevaplayalım:  Birinci adım olarak; Fizik öğretmenleri iyi yetişiyor mu? Büyük bir çapta iyi yetişemiyorlar.  İkinci olarak; Mesleğe girdikten sonra kendini yetiştirme olanaklarına kavuşabilirler mi?

Evet kavuşabilirler, birçok fizik öğretmeni müfredatın nasıl uygulanacağını bilmiyor, kaygı içindeler, geleneksel yöntemlere bağlı kalıyorlar; öğretmen merkezli, nasıl öğrenmiş iseler öyle öğretmeyi tercih ediyorlar.

Genç mezunlarımız bu açıdan daha donanımlı ama onlar da atanmıyorlar ve onlar da birçok sorunlar yaşıyor. Fizik öğretmenlerinin sorunları nereden kaynaklanıyor? İhtiyaçtan fazla fizik öğretmeni mezunu oldukları söyleniyor ama bir yandan ikinci eğitim, fen-edebiyat fizik bölümlerinin öğrencileri, bazı sertifika programları kurslar ile fizik öğretmenleri yetiştirilmeye devam ediliyor. Sürekli mezunlar artıyor.

İhtiyaca göre ayarlanmıyor, her yıl daha da çoğalıyorlar. Liselere baktığımız zaman öğretmenlere ihtiyaç yok mu, buna baktığımız zaman, ihtiyaca göre nasıl düzenlenir?

Bizim daha çok fizik öğretmenine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Ben İngiltere’de A level denilen son sınıf fizik sınıflarında 2-3 öğrenci olduğunu gördüm. Bizde liselerde sınıfta öğrenci sayısı çok fazla, devletimizin bütçesinin de buna yeteceğini düşünüyorum. Liselerin özellikle fen sınıflarında öğrenci sayıları 9-10 kişi olsa, çok daha fizik öğretmenine ihtiyaç olacaktır.

Ayrıca artık yaşam boyu öğrenme kavramlarından bahsediyoruz. Öğrenmenin bütün topluma yayılmasından bahsediyoruz. Bunun içine fizik/fen konuları da girecektir. Araştırma merkezlerinin eğitim fakülteleri ile birlikte çalışması gerekir, araştırma merkezlerinin kadrosuna öğretmenlerin de alınması gerektiğini düşünüyorum.

Örnek olarak “Deneme Bilim Merkezi”’ni verebilirim, tek bildiğimiz örnektir. “Deneme Bilim Merkezi”ne fizik öğretmenlerinin atanması, doğada fizik gibi farklı alanlara göre öğretmenlerin kendi içerisinde branşlaşması, bu ek becerilere göre gelişmiş öğretmenlerin atanması gerekiyor; böylece nefret edilen, hayattan kopuk fizik derslerinin de öğrenciler için daha anlamlı ve keyifli hale geleceğine inanıyorum. Bu tarz çalışmalar yapan öğretmenlerimiz henüz toplumdan bir karşılık görmüyor, karşılık gördükleri zaman daha iyi olacak.

Mesela TAMSAT/GRAT’ın öğrencilerin gönüllü olarak bulunduğu bir öğrenme ve eğitim topluluğu olduğunu görüyorum. Bu topluluklar öğretmenler tarafından desteklenebilir, bu toplulukların kendi öğretmenleri olabilir. Böylece sadece liselerde değil, toplumun her noktasında öğretmen ihtiyacı olacaktır.

Ne zamandan beri “Doğada Fizik” Dersleri veriyorsunuz? Bu dersi nasıl oluşturdunuz? Bu derslere öğrencilerin ilgisi ve katılımı nedir?

Yukarıda saydığım ihtiyaçlardan doğdu bu ders. Liselerde gençleri görüyordum, yetenekli ama geleneksel sınıflarda fizikten nefret etmiş öğrencilerin ilgisini çekmek gerektiğini düşünüyorum.

Ansiklopedik bir bilgiyi kafalarına tıkıştırmak yerine merak yollarını açmak ve araştırma merakı aşılamak öncelikli amacımız idi. Doğayı seviyorum, doğada fizik yapalım hemen demek kolay değil tabii. Eğitim fakültesindeki bir dersimin konusu; informal fizik eğitimi idi. Biz öğrenciler ile çeşitli yerlere geziler yaptık.

Örneğin İstanbul Teknik Üniversitesi Uzay Deneme Bilim Merkezi’ne yapılan gezilerimiz; gezi – gözlem araştırma, sınıf dışarısında öğrenmeye yönelikti. Sizin üniversitenize de bazı öğrencileri de göndermiştim, bizden farklı ne yapıyorlar bir görsünler diye..

2006 yılında radikal ve ani bir değişiklik oldu. Doğada fizik dersleri için dış destek verecek bir gönüllü ile tanıştım. Kendisi Hüseyin ERGEN, Beşiktaş Sivil Savunma gönüllüsü idi. Onunla birlikte bu dersin yönünü doğaya kaydırdım.

İlk ekipman kendisi tarafından sağlandı. 100 m’lik ipler, o zamana kadar bilmediğim birçok aksesuar, çadırlar temin edildi. Bu çadırlar öğrencilerin güvenliğine yönelik ve basit çadırlar değiller. Bunlar nasıl temin edildi? Ödünç olarak alınarak. Okuldan çıktık, 24-25 kişi 2006 yılında otobüse bindik, yola koyulduk ve o anda ben öğrencilerdeki heyecanı hissettim. İnternet sitelerinde öğrencilerin koyduğu isimler, “maceraya yolculuk” gibi isimlerdir.

Bu dersin çok iyi olacağını ve geleceği olacağını anladım. Belki uzun yıllar içerisinde gelişecek, önceleri anlaşılmayacak etraftan.

“Doğada Fizik” dersleri işlenirken başınıza gelen ilginç olaylardan bahseder misiniz?

Çok olay oldu. Okuldan çıkıp gidiyorsunuz…Bizim kültürümüzde şu yok; dünyayı keşfetmiş insanlar değiliz. Bu konuda Avrupa’nın çok gerisindeyiz. İngiltere’de iken Leeds Üniversitesinde Phill SCOTT ile birlikte eğitim fakültelerinde gelecek öğretmen adaylarının mülakat sınavlarına girdim. Bir öğrenci Kuzey Kutbu’na gittiğinden bahsetmişti.

Bir insan var karşınızda ve düşünün Kuzey Kutbu’na gitmiş. Benim için bu çok ilginçtir, burada tüm üniversiteyi dolaşsam, kuzey kutbuna gitmiş bir insan göremem. Biz doğayı keşfetmeye meraklı bir millet değiliz. 2006 yılında ben ilk defa bir çadırda, doğada kalacaktım, ilk defa ormanda kalacaktım. Bu çok büyük bir duygu.

Örneğin bir ses duyuyorsunuz ve o sesi hiç duymamışsınız. Hangi hayvan olduğunu bile anlamıyorsunuz. Sürekli bir macera ve heyacan hissi yaşıyorsunuz. Derslerimizde “benim hikayem” bölümü vardır.

Herkes kendi hikayesini yazar, çünkü her gezimiz bir diğerinden çok farklı olmuştur. Her sene macera, aksiyon kısımları öne çıkar. Sabaha kadar yağmur yağıyor, heryer karanlık ve herkes yazıyor. Hiç hayatında yazmamış insanlar bile yazıyorlar.

İki olay çok önemli bunları anlatayım. 2006 yılında bir olay oldu, otobüs çukura girdi ve sol arka tekerlek çöktü. O tekerleğin ordan kurtarılması lazım. (Örneğin; kaldıraç, kuvvet, Newton yasaları’nın uygulaması olan bir problem).

Biz bu olayı yaşadık. bunun gibi problemleri biz senelerdir fizik problemi olarak çözüyoruz ama orada problemin içerisinde idik ve problemi yaşıyorduk.. Fizik problemlerinde karşımıza çıkmış olan bir problem ama orada problemin içerisindesin. Tekerlek çamurdan çıktığı zaman herkes alkışladı, bir filmin içinde gibi…

Bazı acı olaylar da yaşadık. 2008 yılında yine kamp kurduğumuz gün, Sülüklü Göl tepesinde taşlık bir alanda dolaşan biri o tepeden aşağı düşmüş. Bizim sivil savunma ekibi orada hemen müdahele ettiler. Saatlerce ilk yardım ve temel yaşam desteği uygulandı, ancak o kişi vefat etti. Biz bu olayı jandarma kuvvetleri ve basınla birlikte izledik.

Hiç karşılaşmadığımız bir olayla karşılaştık. Bizim küçük telsizlerimiz kullanıldı, jandarma telsizleri çalışmadı o bölgede. Bu sene sınıfta yine bunu problem haline getirdik, neden telsizler çalışmadı?

Doğada fizik dersi yapabilmek için hangi güvenlik önlemleri düşünülmelidir? Hangi ekipmanlarla bu gezilere çıkıyorsunuz? Telsizleri kim kullanıyor?

Marmara Üniversitesi Sivil Savunma Kulübü‘nde amatör telsizci arkadaşlarımız var. Grup içerisinde etkileşim için küçük telsizler kullanıyoruz. Senelerdir takım çalışmasında bulunmuş arkadaşlarımız var, deneyimliler, liderlikleri var. Kadıköy Belediyesi arama kurtarma ekiplerindeler, Marmara Üniversitesi Sivil Savunma Kulübünde çalışmaları devam ediyor.

2007 yılında Beşiktaş Sivil Savunma gönüllüsü Hüseyin ERGEN’in ani vefatı ile derslerimiz destek bulamadı. Büyük bir kaosa düştük. Çünkü sivil savunma müdürlüklerinde gönüllü yok. Türkiye bir deprem bölgesi ve gönüllü insan bulamıyorsunuz.

Gönüllülerin sorunları ile karşılaştık. Gönüllü kişi bir işte çalışıyor, mühendis mesela, işe gidiyor, çalışıyor ve vakti kalmıyor benim derslerime destek veremiyor. 2007 yılında üniversitemizde sivil savunma kulübü kurulmuştu ve kendi öğrencilerimiz açık alanlarda çalışmalar üzerine uzmanlaşıyorlardı.

Örneğin Telsiz kullanma, herkes kullanabilir ama kültürü ile birlikte telsiz kullanma çok farklı. Bekir Kemal ATAMAN, TA2RX hocamız da birçok konuda bizi bilgilendirmiştir.

İlkyardım konusu, ilk yardım eğitimi de çok önemlidir. Marmara Üniversitesi Sivil Savunma Kulubu üniversite dışında ekipleri bir yandan sürekli eğitim alıyor, bir yandan da eğitmenlik yapıyorlar. Bunu nasıl yapıyoruz: üniversitenin potansiyelini harekete geçiriyoruz.

Sağlık Bilimleri Bölümü’nde “Paramedik Bölümü” olduğunu Sivil Savunma Kulübü öğrencilerinden öğrendim. Doğa gezilerinde ilkyardım ekibi arasında paramedik eğitimi almış kişinin de olması da gerekiyor. Paramedik ile birlikte yola çıkıyoruz. Sivil savunma kulübünde her bölümden öğrenci var.

“Doğada ilkyardım” bile ilkyardım konuları içerisinde ayrı bir konudur. Büyük bir çanta ile gezilere gidiyoruz. Jandarma ekipleri bile bize şaşırdı. 2008 yılında 100 m ipimiz vardı yanımızda.

Yine farklı bir uygulamanız olan; “Bir Gözlem Evi Yapalım” projenizden bahseder misiniz? Bu projede özellikle Konya ilini tercih etmenizin sebebi nedir?

Aslında biz çamurun peşinde idik. Çamur kelimesi Çumra’dan geliyor. Konya’nın Çumra-Çatalhöyük yerleşim yerine gittik. Tarihte ilk insanların yaşadığı yerleşim yerlerinden biridir. Koç Lisesi’nde öğretmenimiz Rukiye ŞENGÜL ile bir grup oluşturduk. Bu olayın çıkış sebebi yine Eğitim Fakültesi Fizik Öğretmenliği Bölümü’ndeki Metot derslerindeki “Mısır piramitleri nasıl yapılmıştır?” çalışmamızdan kaynaklanıyor.

Bu problemi uygulamalı olarak okul bahçesinde çözüyorduk. Öğrenciler ile birlikte tuğladan minik bir piramit inşaa ederek, bu piramidin inşaası sırasında kullanılan malzeme, zaman, insan gücünü hesaplayarak büyük piramitler için bir hesaplama çıkarıyorduk.

Öğretmenimizin çok ilgisini çekti. Fizik dersi ile tarih dersi arasında bir bağlantı kurulması. Tarih ile fizik dersi arasında bağlantı kuracak bir konu düşündük.

Gözlem Evi’ni yaparken ne gibi problemlerle karşılaştınız, bunları nasıl aştınız ve sonuçları ne oldu?

Tuğlalardan yaptığımız piramidimiz için kendi tuğlamızı yapmak istedik. Konya ilinden Çatalhöyük Yöresini seçtik. Çünkü; buradaki yerleşim yerlerinde çamur kullanılmış. Tarihe ben de merak saldım ve birçok şey öğrendim. Günümüzde saman karışımından bile yapılan ekolojik evler var.

Biz daha çok olaya tarihi açıdan bakarak bir fen topluluğu olarak burada çalıştık. Yaz okulu oluşturmak ve Koç Lisesi’nden gelecek öğrencilerden gelecek gönüllü destekle, Marmara Üniversitesi, Marmara Üniversitesi Sivil Savunma Kulübü desteği ile 2007 yılında Konya Çatalhöyük’te 1 hafta kaldık. Oranın yerel ustaları ile tanıştık.

Bu ustalardan Ümmet Usta bize M.Ö 10.000 yılından beri kullanılan bir teknik ile tuğla yapmasını öğretti. Çok iyi bir öğretici idi, çok usta idi. Bölge halkı bize canla başla tuğla yapmayı öğretti. Daha sonra o tuğlalardan yıkılmak üzere bir maket ev yaptık. Çok güzel bir yaz okulu programı oluştu.

Bu derslerden biri Astronomi dersi, Malzeme Bilgisi dersi ve Hikaye Yazma dersi oldu. Biz öğrenmek için gittik ve karşılık olarak kendi tecrübelerimizi de onlar ile paylaştık. Birbirimize bilgilerimizi aktardık. Çatalhöyük Alibeyhöyük‘e çok yakın ama Çatalhöyükteki arkeolojik bölgeyi bilmiyorlar. Öğrencilerimiz buranın tarihinin hikayesini yazarak onları da haberdar etti. 2009 yılı Dünya Astronomi Yılı idi.

Konya’da şunu fark ettik ki, gökyüzü adeta bir planeteryum gibi. Öğrenciler belki de ilk defa yıldızları ve samanyolunu bu kadar net gördüler ve şaşırdılar. TAD (Türk Astronomi Derneği) ile yakın ilişki halinde idik. Bu evimize bir teleskop alıp götürmeye karar verdik.

Öğrencilerin gönüllü katkıları ile her şeyin en küçüğünden başladık. Bu proje dekanlıklardan müdürlüklerden başlayan bir proje değil. Öğrencilerden başlayan, basit ama insanların sahiplendiği bir gözlemevi projesi.

TAMSAT Genç Radyo Astronomi Takımı (TAMSAT-Genç) ile tanışmanız nasıl oldu?

Aslında şöyle anlatayım; 2006 yılında fizik öğretmenleri için maceralı bir yıldı. Marmara Üniversitesi Sivil Savunma Kulübü’nü fizik öğretmenleri kurdu. O sene yaz şenliklerinde yemekhanenin üst katından iplerle yere iniş yapıldı.

İlk defa yapıldığı için öğrencilerin bu tatbikatı çok ilgi çekti. Bu tatbikatta bir öğretim üyesi ilgimi çekti. Kararlara karışmadan, yönetimde bulunmadan sadece takımla birlikte hareket eden öğretim üyemiz ile tanıştım.

Kendisi Bekir Kemal ATAMAN, TA2RX. Afet haberleşmede çalışmakta. Onun sayesinde önce TAMSAT, ardından da TAMSAT-Genç  ile tanışmış olduk. Sonra biz zaten buraya aitiz dedik. Hayata bakış olarak hemen anlıyorsunuz; bu grup bizimle aynı gözle dünyaya bakıyor diyorsunuz.

Ülkemizde radyo astronomi alanında bir ilk olan bu amatör takımda fizik danışmanı olmak nasıl bir duygu?

Çok güzel bir duygu tabii ki. Genç arkadaşlarımı çok başarılı buluyorum.

Takımın çalışmaları ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?

Bu konuda bazı radikal düşüncelerim var; Acaba gelecekte üniversitelerin formal yapıları yıkılacak ve üniversiteler bir işi başından beri tutan ve götüren gruplara mı dönüşecek?

Bence işbirliği olması lazım. İşbirliği çok güzel. Üniversiteler atıl kalmamalı, bu tür gruplara katılmalı. TAMSAT- Genç Takımını değişimin öncülüğünü yapacak bir grup olarak görüyorum.

Türkiye’deki Radyo Astronomi çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’deki çalışmaları çok iyi tanımıyorum. Maalesef birçok konuda eksiklerimiz olduğumuz bir gerçektir. Optik – Astronomi konularında bile birçok ülkenin gerisindeyiz. Amatör gözlemevlerimiz de yok. İnsanlar bu konulara ilgi duymuyor. Demek ki bizim eğitimde yapmamız gereken bir şeyler var.

Söyleşimize son verirken zaman ayırdığınız için tekrar teşekkür ediyoruz; genç radyo astronomlara ve okuyucularımıza iletmemizi istediğiniz bir notunuz var mı?

Gençlerin önlerine çıkan engelleri aşmalarını, yılmamalarını söyleyebilirim. Bu engeller etrafında dolanmamak, çok güç harcamamak gerek. Atlayabiliyor iseler atlasınlar, etrafından dolanıp geçsinler ama takılmasınlar. Gençlerle aramızda hiçbir fark yok aslında, sadece yaşayacak daha az zamanımız var. Gençler de önlerinde olan uzun zamanlarını iyi değerlendirsinler diyebilirim…

Beğen  
Yazar

Yazar; İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olup, TAMSAT'ta fizik/fizik eğitimi danışmanı ve genç takım koordinatörü olarak görev almakta, güneş radyasyonunun uzay araçları üzerindeki etkisi üzerinde araştırma yapmaktadır.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yapılan Yorumlar ( 0 )