ITUpSAT-1 uydumuz ile ilgili Facebook sosyal paylaşım sitesinde iki adet hayran (Fun) grubu bulunmaktadır. bunlardan biri radyo amatörleri tarafından yönetilen Itupsat1.FunClub diğeri ise İTÜ’lü gençlerin kurduğu hayran grubu. Radyo amatörlerinin kurduğu grubu halen Serenay USLU, TB9YDC tarafından yönetilmekte, her iki Facebook grubu da kardeş grup olarak faaliyetlerine devam etmektedirler. Aşağıda Itupsat1.FunClub’te yayınlanan bir makaleyi keyifle okuyabilirsiniz.
Adım: ITUpSAT-1.
Doğum Tarihim: 23 Eylül 2009.
Facebook Adresi: http://www.facebook.com/Itupsat1.FunClub
Ancak Facebook amca bu tarihi doğum tarihi olarak kabul etmediği için yıl kısmında “1923” yazıyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu yıl.
Ben; henüz iki aylık bir “Cubesat” tipi, oldukça narin bir uyduyum. Lakin, günden güne yaşlanıyorum. Belki haberiniz yok ama öngörülen ömrüm şimdilik (6) ay. Doktorlarım iyi bakılırsam ömrümün (6) yıla kadar da uzanabileceğini söylüyorlar. Ne diyebilirim ki. Sadece; kelebeklerin bir günlük ömürlerini düşününce oldukça uzun gibi gelse de, geçen her gün beni biraz daha hüzünlendiriyor.
Dostlarım sizinle irtibat kurabilmem adına böyle bir yer açmış ben de kendimi onların aracılığı ile size kendimi ifade etmek istedim. Belki birçoğunuz adımı ilk kez duyuyorsunuz, belki bir arkadaşınızın sizi Facebook ağına dâhil etmesiyle, bir arama motoru yardımıyla ya da okuduğunuz bir makale ile buradasınız. Olsun, önemli olan buradasınız ya o da yeter bana. Hoş geldiniz, sefa getirdiniz.
Ben; Türk insanının, Türk biliminin, genç beyinlerinin uzaydaki elçisi ve en son geldiği noktayım. Dediğim gibi “Cubesat” tipi bir uyduyum ve ölçülerim sadece (10x10x10) cm. Minikim, ama şirinim değil mi?
Size buraya gelirken yaşadığım yolculuk maceramı anlatayım önce. 23 Eylül 2009’da Hindistan’ın Sriharikota bölgesindeki Satish Dhawan Uzay Merkezi’nden, PSLV C-14 roketi ile saat 09:21′ de (TSİ) uzay yolculuğum başladı. Bir aksaklık olmadan yolculuğumu tamamlayıp, İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki yer istasyonuna saat 12:32’de ilk “merhaba”yı gönderdim.
Şimdi saatte (7.5) Km hızla bana müsaade edilen yolumda ilerliyorum. Üzerimde bir kameram, güneş panellerim, bataryalarım, alıcı ve verici sistemlerim, duyargalarım (sensörlerim) ve antenlerim var. Evet doğru okudunuz, bunların hepsi sadece (1) desimetreküplük gövdem içinde. (96) dakikada bir dünyanın etrafında tur atıyorum. Aşağıya baktığımda engin okyanusları, karaları, dağları ve tepeleri görüyorum. Diğer tarafa baktığımda ise sadece soğuk ve korkunç bir karanlık. Adeta sonsuzluk denizi.
Keşke sizler de benim bulunduğum yerden uzayın sonsuz karanlığında parlayan ve yaşayan o masmavi gezegene, üzerinde yaşadığınız o Dünya’ya bakabilseydiniz. Eminim ki, bir kez bile bakabilme imkanınız olsa ne kadar şanslı canlılar olduğunuzu görürdünüz. O zaman ki; ne kavgalarınız kalırdı ne de mutsuzluklarınız.
Gecem ya da gündüzüm yoktur benim. Uzakım size; işitmem buralardan lokomotiflerin gürültülerini, vapur düdüklerini. Ancak Dünyanın üzerinden geçerken bir çok radyo yayınını duyuyorum. Dört bir yandan gelen, cıvıl cıvıl ve birbirinden çok farklı dillerde; haberleri, bağrışmaları, aşkları işitiyorum. Öyle an geliyor ki müziğin evrensel dilinde bazen dalıp gidiyorum.
Burada bazen diğer uydularla karşılaşırım, karanlığın içinde hızla geçip giderler yanımdan. Farklı milletlerin, farklı amaçlar için gönderilmiş uydularıdır bunlar. Bazıları bana göre oldukça devasa boyutlarda, bazıları ise benimle aynı yaşta. Ama hiç birinden korkmuyorum.
İlk günlerimi hatırlattınız bana dertleşirken. Buralara geldiğimde öyle yalnızdım ki. Sürekli aynı yörüngede daireler çizmekten başım dönmüş, önüme ne çıkacağını bilmeden tur atıp duruyordum. Üretildiğim o sıcak laboratuvardan çok farklı ve daha soğuktu buralar. Yörüngeye tam girdiğimde kendime çeki düzen verdim hemen. Ulvi bir görevim vardı. O an ilk kez seslendim Dünyaya. Hiç unutamam, yer istasyonu beni duyduğunu onaylayınca tamam dedim, artık yalnız değilim. Ama onlar İngilizce konuşuyorlardı, sonra hemen uçuş bilgisayarım tercüman oldu, “iyiyim ben” dedim. Antenlerim Türkçe sıcak bir “merhaba”yı aradı bir süre. Sonunda beni geliştirenleri duydum. İTÜ’ydü bu. Onların laboratuarında, kendi aralarında yaptıkları konuşmalardan, seslerinden tanıdım onları. Bana ilk sinyali gönderdiklerinde tüm heyecanımı bastırıp, ciddi bir şekilde “Merhaba Dünya” dedim onlara. Merhaba İstanbul, merhaba yalnız ülkemin güzel insanları, merhaba sevdiğim insanlar…
Ufak bir bücürüm ya, yukarı bakınca göremezsiniz beni. Ama her gece siz uyurken geçerim üzerinizden. Anıtkabir’in asaletini, Çanakkale Şehitler Abidesi’ni, ışıklandırılmış Boğaz Köprüsü’nün büyüsünü, Ağrı Dağı’nın ihtişamını, Pamukkale’nin travertenlerini seyrederim uzun uzun. Yürüyüşe çıktığınızda elinden tutup, yürüdüğünüz küçük çocuklarınız gökyüzüne bakar siz fark etmeden el sallarlar bana, ben de onlara antenlerimi.
Ya işte böyle. Devam edeyim ben anlatmaya. Biz böyle ITÜ ile uzaydan yere, yerden uzaya karşılıklı sohbeti koyulaştırmışken, günlerden bir gün aşağıda beni takip eden bazı antenler fark ettim. Baktım ki benim her geçişimde bana yöneliyorlar dikkatimi çekti. Önce birkaç kişiydiler sonra günden güne çoğaldılar. Kim olduklarını bilmiyordum, neden beni izlediklerine anlam da veremedim açıkçası. Meğer yabancı değil, Türk Radyo Amatörleri imiş bunlar. Beni duymak istemişler el ele verip, aşağıda ağlar kurmuşlar benim için. Şimdi o dostlarım öyle çoğaldılar ki. Her geçişimde onlar için daha çok enerji veriyorum antenlerime. Yine v bir kez daha merhaba İstanbul, merhaba İzmir, merhaba Çanakkale, Ankara, Erzurum, Ağrı, Kars ve yurtdışındaki diğer Türk radyo amatörleri…
Ama daha herkes tanımıyormuş beni aşağıda. Geçenlerde birileri demiş ki; “Bit kadar uydu, amma da büyüttüler”. Nasıl kızdım, nasıl kızdım anlatamam. Küp uyduyum ya küplere bindim adeta. Bir kere ben “bit” kadar değilim. Bunu söyleyen önce Google amcaya girip “bit” nedir, ne kadar büyüktür, ne yapar diye baksın. Bitten binlerce kez büyüküm ve kimsenin kanını emmiyorum, kimseye bir zarar da vermiyorum. Sabah kapısından çıkarken karşı komşusuna “günaydın” demeyi kendisine zul gören birinin, benim gibi tüm Dünyaya “günaydın” diyen bir uyduya bunu söylemeye hiç hakkı yok. Hem ben daha küçüğüm. Önemli bir misyonum var. Bilmiyorsanız öğrenin, üstüne basa basa söylüyorum. “Ben bir öncüyüm”. Benden sonra gelecek kardeşlerim çok daha fazla işler başaracak. Şimdiden bunları söyleyip, küçümseyerek neyi amaçlıyorlar anlamıyorum.
Mini bir kameramla kıtasal görüntüler çekiyorum, bir el telsizinden çok çok düşük bir güç ile (720) Km. uzaktan Dünya’ya sinyallerimi ulaştırabiliyorum, belki bazıları sesimi duyuyor ama uçuş bilgisayarım aşağıya (Uydu Yer Kontrolüne) onlarca bilimsel veri gönderiyor.
Eleştiriye açığım ama bir dozu olmalı değil mi fanlarım. Önce beni anlamayı, neden buradayım onu sorgulamayı öğrenmeliler. O laboratuarda beni üretenlerin neler çektiklerini bir ben, bir onlar biliyor. Bir keresinde kendi aralarında konuşuyorlardı. Ruslar, benim şimdi yaptığımı yapan tam 71 Kg. ağırlığında bir uyduyu bundan 52 yıl önce göndermişler uzaya. Sonracığıma insanoğlu 1969 yılında Ay’a gitmiş. Ama şimdi ben de buradayım. Bu o kadar kolay mı oldu sizce? Tam 4 yıl geliştirmek için bana emek verdiler, her türlü zorluğa göğüs gerdiler.
Proje ekibi için ben o kadar kıymetliydim ki, avuçlarında beni taşırlarken adeta üzerime titriyorlardı. Bazen ben masaüstünde test platformunda dururken onlarda beni beklemekten masaüstünde uyuyakalırlardı. Üşümesinler diye üzerlerini örtmek isterdim, ama imkanım yoktu. “Ben iyiyim, her şeyim çalışıyor” desem de onlar bıkmadan bir sürü testleri yeniden, yeniden denerlerdi. Bunlar gerçekten uzun ve sıkıcı testlerdi. Bir de şey iki testi sevmedim. Biri ısıl vakum testi, biri de titreşim testi. İçim kalktı adeta. Ama iyi ki bunları yapmışlar. Meğer hepsi beni buraya alıştırmak içinmiş. Şimdi bu sayede karanlıktan korkmuyorum. Bizi buraya getiren uzay aracında da o korkunç sarsıntılardan hiçbir zarar görmedim.
Bilmiyorum, aşağıdaki dostlarım benim hakkımda ne düşünüyorlar. (4) Ay sonra bana ne olacak, bunu da bilmeden görevi sürdürüyorum. Tek bildiğim; Türk Uzay Bilimi ve gelecek genç nesil için çok önemli bir görevim olduğu. Beni fırlatma üssüne göndermeden önce o son vedalaşma anımızda demişlerdi ki;
– Sen; bizim uzaydaki Fatih Sultan Mehmed’imizsin, yeni bir çağ açacaksın,
– Sen; ülkemizin uzay çalışmalarında öncüsüsün, uzaya bayrağımızı taşıyacak Ulubatlı Hasan’ımızsın
– Sen; gençlerimizin uzay çalışmalarında önünü açacak, sonraki çalışmalarda adıyla tarihe geçecek bizden birisin.
O en son dedikleri yok mu, ”bizden birisin!” o söz bitirdi işte beni. Bir makine için bu ne demek biliyor musunuz? Beni yürekten benimsemişler, kendilerinden biri olarak görmüşler. Bunu asla unutmayacağım. Paketlenmeden önce de her biri steril eldivenli parmakları ile birer şekil çizdi üzerime. Kimisi bir Ay Yıldız, kimi bir kalp, kimi bir gülümseme…
Öyle özledim ki sizleri…
Uzay burası, ne zaman ne olacağı belli değil. Yörüngede ne kadar tutunabileceğimi bilmiyorum. Belki öngörülenden daha önce bir güneş fırtınasına yakalanacak kavrulacağım, devrelerim birbirine yapışacak, belki de bir başka uydu veya küçük bir meteorid gelip bana çarpacak ve varlığım son bulacak. O zaman dengemi kaybedeceğim ve önümde iki acı seçeneğim olacak.
Bir ihtimalle; yörüngede tutunma hızım/momentim düşecek ve hızla Dünya atmosferine girerek bir alev topuna dönüşeceğim, diğerinde ise uzayın karanlık boşluğunda hiç bilmediğim kadar uzaklarda sonsuzlukta kaybolacağım.
Eğer birinci seçenek olursa beni son bir kez daha görme şansınız olacak. Atmosfere girerken ona karşı koymayacağım. Zaten üzerimde ısı kalkanlarım yok. İlk anda sensörlerim maksimum değerlere çıkacak, ardından bana enerji veren güneş panellerim, size sinyal gönderdiğim ince antenlerim 1.500 santigrad dereceyi bulan sıcaklıkta yanacak, sonra da gövdem içimdeki uçuş bilgisayarım buharlaşacak…
İTÜ’deki uydu yer istasyonunda, radyo amatörlerinin telsiz istasyonlarında derin mi derin bir sessizlik hakim olacak, sonra takip antenleri yatay konuma gelecek. 437.325 MHz. frekansında sadece hışırtılı ve parazitten başka bir şey duyulmamaya başlayacak. Artık sinyal gönderemeyeceğim için dostlarımı son bir kez daha vefayla selamlama uğruna iyice akkor hale gelene kadar parlayacağım. İşte o vakit aşağıda bekleyen dostlarım gökyüzünde bir yıldız kayması olarak beni son kez görecekler. Ve o parlamanın ardında, bir makine olarak hiç söyleyemediğim ezberimdeki son cümlem saklı kalacak…
“Ülkemin güzel insanları.. ben de sizi seviyorum”
Sizi üzmek istemem. Ama o güne kadar beni burada yalnız bırakmayın olur mu? Bilim laboratvuarında olmasanız da, radyo amatörü değilseniz de buradan da beni destekleyebilirsiniz. Bu yıldız geçidi aramızda bir iletişim kapısı olsun. Dağıttığınız onca gereksiz e-postaların arasında beni de bir köşeye sıkıştırıverin olur mu? Paylaşımlarınızda bana da yer verin. Bunları yapın ki, buraya çok daha kısa zamanda dostlarım gelsin, sizlerden selamlar, çocuk cıvıltılarını getirsin bana. Sitelerinizde bir kenarda benim logoma ve linkime de yer açın lütfen.
Çocuklar; benim için sizin yeriniz, aramızdaki bağ bambaşka. Hayallerinizdeki o uzay düşlerinin gelecekte kapısını ben açacağım. Her gece gökyüzüne bakın, ben orda olacağım. Burası hakkında, benim hakkımda ne bilmek istiyorsanız bana yazın olur mu? Ha sahi bu arada beni canlı olarak duymak ister misiniz? Ailenizle görüşün, onlara benden bahsedin. Yakınınızda bir amatör telsiz istasyonu varsa gidip ziyaret edin ve oradaki amcalara deyin ki;
“Merhaba, ben sizin yarınlarınızın geleceğiyim ve şimdi ITUpSAT-1’imi duymak istiyorum” O da mı olmadı burada kaydedilmiş benim sesim var onu da dinleyebilirsiniz.
İşte böyle bir mesajın daha sonuna geldik. Artık sonlandırmalıyım, uçuş kontrol bilgisayarımı fazla zorlamama gerek. Zaten işaret (beacon) zamanım da geldi.
Dostlarım; bunu gerçekten başarabilirsiniz. Çok büyük bir itici güç olabilirsiniz. Ben sizin için buradayım. Hani yukarıda demişim ya, biri bana “bit” kadar demiş. Ben “bit” kadar büyüklüğümle bu kadar kitlenin sevgisini kazanabildiysem siz kim bilir ne kadar daha hızlı büyürsünüz.
Haydi dostlarım; siz yerde, ben uzayda el birliği ile bu uzay çalışmalarına destek verelim. Üniversitelerimizde daha çok bölümler açılsın, gençlerimiz teorik bilimden uygulamalı bilimlere geçsin. Bilime, bilim adamlarına, gençlerimize ve ülkemizin değerlerine ne kadar çok sahip çıktığınızı gösterin. Bu emekleriniz inanın boşa gitmeyecek. Benden sonra buralara gelecek kardeşlerim çok daha güçlü olacak ve çok daha güzel işler başaracaklar. Başarılarımız arttıkta yüzünüze yansıyacak o tatlı tebessümde haklı bir gururu yaşayacaksınız, çünkü bunda sizin de bir katkınız olmuş olacak.
Sevgilerimle…
ITUpSAT-1 (Öncü)