Menu

Drake Denklemi

Yeryüzünde bu kadar uzun zamandan beri yaşam olmasına rağmen uzayın herhangi bir yöresindeki bir gözlemcinin, bu yaşamla günümüze kadar neden haberleşemediği kolayca anlaşılabilir. Teknik olarak gelişmiş bir uygarlık düzeyine ulaşılması, yaşamın evriminin çok küçük bir dilimini kapsar. Bu nedenle eğer galaksimizde geçmişte bizi izleyen gelişmiş uygarlıklar olsaydı, gönderecekleri mesajların yanıtlarını alamayacaklardı. Dünyada (60) yıl öncesine kadar ciddi anlamda hiçbir güçlü radyo yayını yapılmıyordu ve bu uygarlıklar milyonlarca yıl önce var olsalardı, üzerinde yalnızca dinozorların yaşadığı bir dünya bulacaklardı.

Kuşkusuz böylesi bir uygarlık, zamanımızda çok farklı bir durumla karşılaşırdı. Acaba bu uygarlık hala varlığını sürdürüyor olabilir mi?

Gelişmiş hiçbir uygarlığın sonsuza kadar yaşaması olası görünmemekte. Bu soru üzerinde çalışan bazı bilim insanları, bir uygarlığın ortalama yaşam süresini 1 milyon yıl olarak veriyorlar. Bu hesaba göre; evren 15 milyar yıl yaşında ve içinde bulunduğumuz Samanyolu galaksisi, diğer galaksilerle birlikte 14 milyar yıl kadar önce oluştu. O halde, belki Samanyolu’nda belki de diğer galaksilerde şimdiye kadar birçok uygarlık yaşamış olabilir. Ancak, şu ana kadar hiç kimseyle haberleşme sağlanamadı.

Bilim insanları son yarım yüzyıldan beri evrim teorisi üzerinde çalışıyorlar. Bu teoriye göre, gelişen gezegenlerde, uygun çevre koşullarında yaşamın ortaya çıkması, doğal bir olgu olarak açıklanıyor. Bilimsel kanıtlar Dünya’da hayatın çok hızlı bir şekilde oluşmaya başladığı izlenimini uyandırıyor.

İşte, bütün meraklı soruları cevaplayabilmek için, 1961 yılında, Enrico FERMI’nin sorularını sormasından on yıl sonra, uzayda yaşam ihtimaline ilişkin birçok olasılığı sistematik bir şekilde değerlendirmek amacıyla, Amerikalı gökbilimci Frank DRAKE tarafından “Drake Denklemi” diye bilinen bir denklem geliştirildi.

Astronomi Gözlemevi’nde bir radyo astronom olarak çalıştığı yıllarda, teknolojik uygarlıkların sayısını bulabilmek için birçok bilinmeyenden oluşan bir denklem geliştirdi. Bu denklem 1961 yılında Drake tarafından bilim dünyasına sunuldu.

Fermi Paradoksu’na eşlik eden pek çok teori ve ilke vardır. Ancak, bunlardan teoremle en ilişkili olanı Drake Denklemi’dir.

Frank Drake, geliştirdiği bu denklemde uygulama alanı olarak yalnızca Samanyolu Galaksisi’ni seçmiştir. Bu denklemin çekiciliği olağanüstü basitliğine dayanır. Denklem, büyük bir bilinmeyeni daha küçük, cevaplanması daha kolay sorulara bölerek dünya dışı uygarlıkları arayışı, hem daha gerçekçi hem de daha umut verici bir platforma oturtur. Ayrıca SETI projesine de somut bir çerçeve kazandırır.

Denklemin spekülatif faktörleri şunlardır: Bir galaksideki yıldız oluşum hızı, etrafında gezegenlerin bulunduğu yıldız sayısı, bu gezegenlerden yaşama uygun olanların sayısı, yaşama uygun gezegenlerde yaşamın ortaya çıkma oranı, yaşamın ortaya çıktığı gezegenlerde iletişim kurulabilecek bir medeniyet seviyesine ulaşılma ihtimali ve bu türde uygarlıkların muhtemel ömrü. Buradaki temel sorun, son dört faktörün tam anlamıyla bilinmiyor oluşudur. Dünya üzerindeki insan uygarlığı, bu konudaki tek örnek olması sebebiyle istatistiksel tahminlerde kullanılamamaktadır. Ayrıca bu örneğin kullanılması antropik sapmaya sebep olacaktır.

Daha önemli bir itiraz ise, Drake denkleminin, uygarlıkların kendi güneş sistemleri içinde ortaya çıkıp, yok olana kadar bu sistemde kaldıkları yönündeki varsayımına karşı öne sürülmektedir. Eğer yıldızlararası sömürgeleştirme mümkünse, bu varsayım geçersiz olur ve bu durumda popülasyon dinamiği denklemlerinin kullanılması gerekir.

Denklem ortaya atıldığından beri gökbilimciler ve biyologlar denklemi değerlendirmek için uğraşıyorlar. İyimser bir yaklaşımla çok kolay olan çözüm daha gerçekçi değerlendirmelerle karmaşıklığını sürdürüyor. Astrofizik ve radyo astronomi alanlarındaki, kuramsal ve gözlemsel ilerlemeler ilk beklentilerin aşırı iyimser olduğunu ortaya koydu. Bazı bilinmeyenler ise hala gizemini koruyor.

Drake Denklemi, hem iyimser hem de kötümser görüşe sahip kişiler tarafından, birbirinden oldukça farklı sonuçlar çıkaracak şekilde kullanıldı. İyimser tahminleri kullanan Dr. Carl SAGAN 1966’da, Samanyolu dâhilinde iletişim kurulabilecek derecede uygarlaşmış bir milyon medeniyetin var olduğunu öne sürdü, ancak daha sonraki bir tahmininde bu sayının çok daha düşük olduğunu açıkladı. Konuya daha şüpheci yaklaşan Frank TIPLER ise denklemde kötümser rakamlar kullanarak herhangi bir galaksideki ortalama medeniyet sayısının birden çok daha küçük olduğu sonucuna vardı. Frank Drake denklemle ilgili olarak, Drake denkleminin Fermi Paradoksunu çözmeye yaramadığını, bunun yerine, konu hakkındaki bilgisizliğimizi organize etmenin bir yolu olduğunu söylemiştir.

Drake denkleminden çıkarmamız gereken en önemli sonuç, bütün bilinmeyenlere rağmen uzayın derinliklerinde bir yerlerden bizimle haberleşmeye çalışan uygarlıkların sayısının, bu uygarlıkların yaşam süreleri ile orantılı olduğudur. Ancak yaşam süresinin uzunluğu tam olarak hesaplanamamakta.

Samanyolu Galaksisi’nin tamamı düşünüldüğünde; bazı bilim insanlarına göre bu sayı 10 milyonlarla sınırlı kalırken bazılarına göre de bu uygarlıklara milyarlarca yıl ömür biçilmektedir. Şimdi de dilerseniz denklemi biraz daha yakından tanıyalım.

N: İletişim kurmayı umabileceğimiz uygarlıkların sayısı,

R*: Galaksimizdeki yıllık yıldız oluşma miktarı,

fp : Bu yıldızlardan kaç tanesinin gezegene sahip olduğu,

ne : Gezegene sahip yıldız başına düşen toplam yaşama elverişli gezegenlerin ortalama sayısı,

fl : Bu gezegenlerin arasında herhangi bir şekilde yaşama uygun bir ortamın oluştuğu gezegen sayısı,

fi : Bu yaşama elverişli gezegenlerden kaçında akıllı hayata geçildiği,

fc : Bu tür uygarlıklardan uzayda varlıklarına dair tespit edilebilir sinyal bırakabilecek kesim,

L: Bu tür bir uygarlık tarafından uzayda yayınlanan tespit edilebilir sinyalin süresi.

Denklem Parametrelerinin Açıklaması

Kaç Yeni Yıldız? (R)

Samanyolu’nda her yıl kaç yıldız oluştuğu konusunda görüşler farklı. Son yıllarda bu sayının 10 olduğu konusunda önermeler olsa da, gelin çoğunluğun kabul ettiği gibi yılda ortalama bir yıldız oluştuğu görüşünü kabul edelim. Sayı konusundaki tartışmaların varlığına karşın bu parametre, gene de en sorunsuz olanı.

Kaç Gezegen Var? (fp)

İkinci değişkenimiz, yani ( fp ) yıldızların gezegen sahibi bölümü. Son yıllarda gözlenen (gezegen yatağı) gaz ve toz diskleriyle çevrili genç yıldızlar, hatta erişkin yıldızların çevresinde varlıkları saptanan gezegenler, bize gökbilimcilerin öteden beri kuşkulandıkları şeyin doğru olduğunu gösteriyor: Gezegenler olağan gökcisimleri. Yoğun bir yıldız oluşum bölgesi olan Orion Bulutsusu üzerinde yapılan gözlemler, yeni doğan yıldızların yarısının gezegene sahip olduğunu ortaya koydu.

Varlığı gerçekten saptanan gezegenlere gelince, bu işin piri olarak iki ekip gösteriliyor: Birincisi araştırmaları Avrupa’dan yürüten Michel MAYOR ve Didier QUELOZ. ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki meslektaşları ise Geoffrey MARCY ve R. Paul BUTLER. Bu iki ekip 200 tek yıldızı kapsayan bir grup üzerinde yaptıkları gözlemler sonucu 10 gezegen bulmuşlar. Bu durumda ( fp ) yüzde 5 oluyor. Ama burada dikkat edilecek husus, elimizdeki gözlem araçlarının şimdilik yalnızca, yıldızın neredeyse burnunun dibinde dönen dev gezegenleri ortaya çıkarabilmesi. Henüz bizim Güneş sistemimizin eşlerini bulabilmiş değiliz. Ama herhalde gezegenlere sahip Güneş-benzeri yıldızların oranı da yüzde beşten yüksek olsa gerek. Kim bilir, bu oran belki de yüzde 50, hatta yüzde 100 bile olabilir. Bütün bunlara baktığımızda ( fp ) için kesin bir değer veremiyoruz. Ama şurası da açık görünüyor: Bu değer oldukça yüksek ve denklem için bir darboğaz oluşturmuyor.

“Uygun” Gezegenlerin Sayısı (ne)

Denklemin bundan sonraki değişkenine geldiğimizde, yani yaşama uygun “Dünya benzeri” gezegenler arayışına girdiğimizde işler biraz çatallaşıyor. Yaşama uygun dediğimizde ister istemez “kendi yaşamımızı” kastediyoruz. Bunun için de en azından kayalık bir gezegen ve sıvı durumunda su gerekli, Drake, 10 uzmanla 1961 yılında yaptığı toplantıda egemen olan görüşün ( ne ) değerinin 1 ile 5 arasında olduğunu bildiriyor. Yani her gezegen sisteminde en az bir Dünya benzeri gezegen bulunacak. Bu iyimser yaklaşım, kendi Güneş sistemimizin, gezegenlerinin sayısı, büyüklükleri ve dağılımı ile “tipik bir güneş” olduğu varsayımından kaynaklanıyor. Aslına bakılırsa Dünya dışında Mars ve Jüpiter’in ayı Europa’nın da eskiden canlı barındırabilmiş olabileceğinden bahsediliyor. Bu anlamda, Drake Denklemi kıstaslarına göre kendi sistemimizde canlı barındıran gezegen sayısını üç olarak kabul edeceğiz. Ama gene de bu, iyimserlerin haklı olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü öteki yıldızların çevresinde keşfedilen gezegenler, hiç de bizimkine benzemiyor. Bir kere olması gerekenden çok büyükler, bazıları Jüpiter’in birkaç katı. Üstelik yıldızlarına fazla yakınlar.

Örneğin Kanatlı At takımyıldızındaki 51 Pegasi yıldızı (Güneş türü) çevresinde saptanan Jüpiter büyüklüğündeki gezegenin yıldızına olan uzaklığı, bizim Güneş’e olan uzaklığımızın yalnızca beşte biri. 51 Peg B diye de adlandırılan gezegenin yüzey sıcaklığının en az 1 000 Kelvin olması gerekiyor. Bu Jüpiter gibi bir gaz devi mi, yoksa Dünya’mız gibi sert kabuklu bir gezegen mi, hangisi olursa olsun, yaşam (ya da sıvı halde su) için fazla sıcak.

Zaten şimdiye kadar bulunan gezegenlerin en soğuğu da 80 derece Celsius, yani “çay” sıcaklığında. Bütün bunlar, çok sayıda dünya ve aya sahip, bunların hepsinin, dairesel, kararlı yörüngelerde döndüğü Güneş Sistemimizin, tipik bir örnekten çok bir istisna olduğunu düşündürüyor.

Yaşamın Temelleri Çok mu? (fl)

Yaşama uygun gezegenler arasında üzerinde gerçekten de yaşamın geliştiği gezegenlerin sayısı konusunda bilim insanları, geçmişe kıyasla daha da iyimserler. Bir nedeni, yıldızlararası boşlukta, meteor ve meteoritlerde, bulutsularda, kuyrukluyıldızlarda gözlenen karmaşık hidrokarbon moleküllerinden oluşan organik maddelerin, hatta amino asitlerin bolluğu. Gerçi organik moleküller ve amino asitler yaşam demek değil, ama yaşamın tuğlaları oldukları kesin.

Yaşamın yaygınlığı konusundaki iyimserliğin ikinci bir nedeni ise, son yıllarda fark edilen bir olgu. Kısaca, yaşamın, Dünya’yı oluşturan büyük çarpışmaların hemen ardından ortaya çıkması. Dünya daha birkaç yüz milyon yaşındayken (kozmolojik ölçekte göz açıp kapayıncaya kadar) ortaya çıkan organizmaların fosilleri, en eski kaya örneklerinde bulundu. Bilim adamlarına göre bu, yaşamın güç koşularda bile kolay ve yaygın biçimde ortaya çıkabildiğinin kanıtı. Eğer yaşam nadir ve zor gerçekleşen bir şey olsaydı, Dünya’da böylesine erken oluşmazdı deniyor. O halde gerçekten yaşam, koşulların uygun olduğu her yerde ortaya çıkabiliyorsa, ( fl ) gerçekten de 1 olmalı.

Zekâ (fi)

Kalıyor geriye daha zorlu bilinmeyenler. Dünya dışında akıllı varlıkların ortaya çıkma olasılığı ne? Bunların radyo dalgalarıyla haberleşme becerisini kazanıp kazanmadıklarını, üstelik buna istekli olup olmadıklarını nasıl bileceğiz? İyimserlere göre yaşam bir kere ortaya çıktıktan sonra gerisi kolay. İşi Darwinist evrim kuramına bırakıp beklemek yetiyor. Bizde olduğu gibi eninde sonunda akıllı varlıklar ortaya çıkacaktır. Ancak yaşambilimciler başka gezegenlerde ortaya çıkan yaşamın gelişim modelinin bizimkisi gibi olacağı görüşünü toy bir yaklaşım olarak değerlendiriyorlar. Dünyada bile Homo Sapiens türü insanların ortaya çıkmasına dek varan evrim sürecinin, sürekli tekrarlanabilecek bir model olduğuna kuşku duyuluyor. Harvard Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay GOULD :

“Varlığımızı büyük ölçüde mutlu tesadüflere borçluyuz”

diyor. Bandı geriye sarıp evrimin akışını yeniden başlatacak olursak insanların yeniden ortaya çıkmasının olanaksız olduğunu vurguluyor.

“Ama” diyor karşı görüştekiler :

“Biz Homo Sapiens aramıyoruz ki… Hatta küçük yeşil adamları ya da benzerlerini bulmayı beklemiyoruz. Bizim aradığımız alet kullanmasını bilen, karmaşık bir toplum oluşturmuş ve elektroniğin İlkelerini keşfedecek ölçüde enformasyon işleme becerisi kazanmış organizmalarda.”

İyimserler, Dünya dışı zekânın, yeryüzünde değişik hayvan türlerinde (insan dâhil) bağımsız olarak gelişmiş zekâ ve anlamlı davranış biçimlerinden nitelik bakımından değil, ancak nicelik bakımından farklı olabileceğini söylüyorlar. Fakat Gould yaşamın tercihli bir yönü ya da bir gelişme modeli olmadığını belirtiyor. Ona göre biyolojik çeşitlilikteki artışın mutlaka zihni melekelerin artmasına yol açacağı yolundaki inançlarımız tümüyle dayanaksız. Eğer bazı hayvanlar geçmiştekilere oranla daha büyük ve daha akıllı ise, bu sadece bağımsız bir rastlantıdır. Hele insanın planlama ve teknoloji konusundaki becerileri, daha da büyük bir istisna olabilir diyor Gould.

Gerek iyimserler, gerekse de kötümserler -ya da kendilerinin istediği biçimde “gerçekçiler” diyelim—tezlerini aynı gözleme dayandırıyorlar: Dünya’da akıllı varlıkların 4 milyar yıl sonra ortaya çıkmaları… Gerçekçilere bakarsanız, başlı başına bu uzun süre, akıllı yaşamın bir oldubitti olarak kabul edilmesine engel, iyimserlere göre ise, bu süre, Evren’de başka akıllı varlıklar olabileceğinin en inandırıcı kanıtı, iyimser Kamp bu inancını şöyle açıklıyor: “Güneş bir kırmızı dev haline gelip Dünya’yı yutmaya başlamadan önce daha en az bir milyar yıl vaktimiz var. Bu süre ise, ilk sürüngenlerin denizden çıkıp karaya yayılmaya başlamaları için geçen sürenin iki katından da fazla.”

“O halde…”

diyor iyimserler,

“İnsanların kurduğu bir uygarlık yok olsa bile, sıfırdan başlayıp teknolojiye erişecek daha bir kaç tür uygarlık için bol bol zaman var.”

Kötümser-gerçekçi taraf şöyle karşılık veriyor:

“Diyelim yeni uygarlıklar için zaman var. Dünya ikliminin hep böyle ılıman kalacağını kim söylüyor?”

Dolayısıyla ( fi ) değişkeni için yapılan önermeler radikal uçlarda kalıyor. Kötümserlere göre bu değer neredeyse sıfır kadar. İyimserler kulübü ise bu değeri her zaman 1’e yakın buluyor. Bir orta nokta yok. SETI araştırmalarında kutuplaşmanın en yoğun olduğu nokta bu. Ama tartışmaya son bilimsel verilerle bakacak olursak ibre kötümserlerin tarafına, değişkenin değeri de sıfır noktasına doğru kayıyor. Güneş benzeri gezegen sistemlerinin kararlılığı ve iklimi konularında yapılan araştırmalar bunu açıkça ortaya koyuyor.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) bilim adamlarından Fred RASIO ve Eric FORD tarafından gerçekleştirilen bilgisayar benzetimleri, Jüpiter benzeri bir ya da daha fazla dev gezegene sahip güneş sistemlerinin uzun süre kararlı kalamayacaklarını gösteriyor. Dünya benzeri gezegenler, dev ağabeylerinin kütleçekim etkileriyle ya uzayın dondurucu derinliklerine fırlıyor, ya da tepe üstü kızgın yıldızın içine düşüyorlar.

Buna karşılık, dev gezegenlerden yoksun sistemler de yaşama elverişli gezegenlerin oluşmasına ya da ayakta kalabilmelerine elverişli değil. Washington’daki Carnegie Enstitüsü’nden George Wetherill, Jüpiter’in, Güneş Sistemi için dev bir elektrik süpürgesi işlevi görüp, Dünya yörüngesi ile çakışan göktaşları ve kuyruklu yıldızların çok büyük bir bölümünü ortamdan temizlediğini vurguluyor.

Wetherilfe göre, Jüpiter olmasaydı, her 100.000 yılda bir Dünya’ya düşen ve 65 milyon yıl önce dinozorların yok olmasından sorumlu göktaşları, bize 1000 kat daha fazla sıklıkla çarpacaktı. Bu darbeler ise kuşkusuz, yaşamın basit biçimlerden akıllı türlere doğru evrimine büyük sekte vuracaktı.

Gezegen sistemlerinde olağan bir durum da eksen kaymaları. Paris Meridyen Bürosu bilim adamları Jacques LASKAR ve Philippe ROBUTEL, Dünya benzeri kayalık gezegenlerin eksenlerinin sık sık büyük oynamalar gösterdiğini ve bunun da çok aşırı ölçeklerde iklim değişikliklerine yol açtığını gösterdiler.

Ne mutlu tesadüf ki,  Dünyamızın bir ayı var, ve bu uydu, büyük kütlesi ve çekimi ile Dünya eksenini sabit tutuyor. Eğer Ay olmasaydı, Dünya’nın ekseni de Mars’ınki gibi 20 derece ile 60 derece arasında değişebilen kaymalara uğrayacaktı.

Dünyamızın 770 ve 550 milyon yıl önceleri muazzam iklim değişikliklerine uğradığı ve tüm okyanusların yüzeyini donduran soğuğun canlı türlerinin çoğunu öldürdüğü bilim insanlarınca öne sürülüyor. Doğru, bu kitlesel ölümleri, yaşam patlamaları takip etti ve yeni canlı türleri ortaya çıktı. Buna “stres motorlu evrim” de deniyor.

Ama Ay olmasaydı, iklim değişimlerinin geriye dönüşsüz bir toplu ölüme yol açması, yabana atılamayacak bir olasılık olurdu.

O halde, iyimserler ne derse desin, yaşamımızı ve aklımızı 1961′de kimsenin bilemeyeceği bir takım rastlantılara borçlu olduğumuz açık.

Dostlarımız Mesaj Göndermeye Hevesli mi? (fc)

Varsayalım Dünya dışı akıllı uygarlıklar, sayıları fazla olmamakla birlikte gerçekten var. Peki, bunların bizle radyo aracılığıyla, bizim saptayabileceğimiz sinyaller yoluyla haberleşmek isteyecekleri ne malum? Bir başka deyişle, (fc) değişkeninin değeri ne kadar?

SETI taraftarlarına göre bu değer bir hayli yüksek. Bunların öngörülerine göre her teknolojik uygarlık, radyo dalgalarının büyük astronomik mesafeleri aşabilmek için çok uygun bir araç olduğunu fark edecek ve bu olanağı kullanmak isteyecektir.

Ancak bu sağlam bir varsayım mı? Yaşam, mutlaka tek hücreli mikroorganizmalardan başlayıp büyük radyo teleskoplar inşa eden varlıklar arasında uzanan düz bir çizgi mi? Belki de biyolojik evrimin gerçek çeşitliliğinin farkında bile değiliz.

Ayrıca insanların farkında bile olmadıkları, ya da yeterince araştırmadıkları bilim ve teknolojiler olamaz mı? Belki de radyo, henüz keşfetmediğimiz farklı bir aracın yanında çok ilkel kalacaktır.

Uygarlıkların Yaşam Süreleri (L)

Denklemin ( fi ) ve ( fc ) değişkenlerine, uzlaşabildiğimiz bir değer bulamadık. Kaldı elimizde (L), yani akıllı varlıkların oluşturduğu uygarlıkların yaşam süresi. Ne yazık ki, iyimserler ve kötümserler arasındaki savaş burada da sürüyor.

İyimserlere göre kararlı, akıllı bir uygarlığın, sonsuza kadar olmasa bile on milyonlarca yıl ayakta kalmaması için bir neden yok. Bu tablo, Drake’ın orijinal denkleminin karşı karşıya kaldığı darboğazların etkilerini götürebilecek gibi görünüyor.

Gel gelelim kötümserler de şuna işaret ediyorlar: İnsanlık radyo haberleşmesini yalnızca birkaç on yıl önce buldu. Ve o zamandan bu yana da teknolojik savaş ya da çevre kirlenmesi nedeniyle kendi kendini yok etme noktalarına geldi.

Sonuç: Başarı Kesin Değil

Yeniden gözden geçirdiğimiz değerler bizi ve denklemi nereye getirdi? Hâlâ N=L diyebiliyor muyuz? Herhalde hayır. Peki o zaman N=0 mı? Baştaki yalnızlık duygumuzu hatırlayın.

İnsanlar koca evrende kendilerinden başka kimsenin olmadığını kabullenebilir mi? Kuşkusuz hayır. Ama evren de herhalde kendini bizim umut ve beklentilerimize göre ayarlıyor değil.

Sonucu şimdilik kesin olarak bilemiyoruz. Kim bilir, belki de bazılarının dedikleri gibi Evren’de hiçbir şey tek olamaz. Belki de gerçekten Dünya dışı uygarlıklar bir yerlerde var ve kendilerini radyo dalgaları yoluyla tanıtmaya uğraşıyorlar.

Ama bütün bunların ışığında, bu uygarlıkların sayısının herhalde pek fazla olmadığını söyleyebiliriz.

Zaten Drake bile eskisi kadar iddialı değil. Ünlü kitabı “Orada Kimse Var mı?” için yazdığı önsözde çalışmasının amacını, insanları “2000 yılına kadar bulacağımızdan emin” olduğu ve Dünya’mızda büyük değişikliklere yol açacak “mesaja” hazırlamak olarak tanımlamıştı. İtalya’nın Capri tatil kentinde yapılan biyoastronomi kongresinde ise aynı Drake;

“Belki de aşırı iyimser bakmış olabilirim her şeye; başarının garanti olduğunu söyleyemeyiz” diyordu.

Ama daha Drake ünlü denklemini ortaya atmadan, 1959 yılında Nature dergisinde yazdıkları bir makale ile radyo teleskopların uzayda akıllı uygarlıklardan gelecek mesajları zaptedebilecek kadar hassas hale geldiklerine işaret ederek, sinyallerin 21 cm bandında aranması uyarısında bulunan fizikçiler Guiseppe COCCONI ve Philip MORRISON, bu durumu bugünden 40 yıl önce öngörmüşlerdi.

Başarı olasılığını belirlemek gerçekten güç; ama öte yandan hiç aramazsak da hiçbir şey duyamayız.

Evet, Fermi Paradoksun’dan sonra şimdi de Drake Denklemi. Akıl almaz gibi görünüyor değil mi, ya da çok karmaşık? Ama tüm bunların bir açıklaması zamanla zihinlerde zamanla yer edecek ve araştırmalar da elbet bir gün sonuç verecek. diye umut ediyoruz. O güne kadar bize düşen de bu tür konuları araştırmak, üzerinde daha çok çalışmak. Umarım Fermi Paradoksu’ndan sonra bu konuyu da zevkle okumuşsunuzdur. Görüşmek üzere.

Dip Not: Her iki makalede de (Fermi Paradoksu ve Drake Denklemi) bazı yerlerde “uzaylı, uzaylılar” gibi kelimeler geçmektedir. Her ne kadar bizler de bu evrenin, dolayısıyla uzayda var olan ve bir anlamda “uzaylı” olsak da, ya da yazılarda yaşamlar bu şekilde adlandırılsa da biz kendi yazışmalarımızda daha çok “Dünya Dışı Akıllı Yaşam Formu” kelimesini tercih ediyoruz. Araştırma grubumuzun isimlendirmesi de zaten bu yönde. Ancak makale ve yazılarda geçen cümleler de orijinalini korumak için bu kısımları değiştirmiyoruz. Diğer yandan da bu tür konularda her zaman sağduyumuzu muhafaza edip, hiç bir zaman “vardır-yoktur” polemiğine de girmiyoruz. TAMSAT-Bilim‘deki genç araştırmacılar olarak bize düşen süreli araştırmak,  sonuca erişinceye kadar kendimizi ilgi alanlarımızda geliştirmektir. Yukarıda kırmızı renkli yazılı son cümle de bu konularda kısaca bizim fikrimizi de özetlemektedir.

Gökçen SEZGİN
TAMSAT-Bilim

Kaynaklar:
http://derman.science.ankara.edu.tr/ogrenci_tezleri/tulin/dunya_disi_zeka.pdf

http://tr.wikipedia.org/wiki/Fermi_paradoksuhttp://tr.wikipedia.org/wiki/Drake_denklemi
http://www.uzelgi.com/index.php/2009/12/09/drake-denklemini-degerlendirmek-dunya-disi-akilli-yasam/

 

Beğen  
Önceki Yazı
Sonraki Yazı
Yazar

Yazar; Ege Üniversitesi - Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü / Mezun öğrenci olan yazarın diğer yazılarına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir